Davalar, savunmalar…

Gündüzalp’ten günümüze

Ali Emir Pakkan

Tek parti döneminde Said Nursi mahkemeden mahkemeye sürgünden sürgüne gidiyor! Eskişehir, Kastamonu, Denizli’de tutuklu yargılanıyor ve beraat ediyor. 1949’da yine gözaltına alınıp Afyon’a getiriliyor. İsnatlar aynı:
Siyasi cemiyet kurmak
Rejime aykırı fikirler neşretmek.
Siyasi bir gaye peşinde olmak.

Afyon Ağırceza Mahkemesinde görülen davada Nur talebelerinden Zübeyr Gündüzalp tarihi bir savunma yapar. “Gizli cemiyet kurmak, devletin emniyetini bozmakla” suçlanmaktadır. Hepsini red eder. İddianamede, Risale Nurların “muzır eserler” diye bahsedilmesine şiddetli tepki gösterir :
“Bu iftirayı işiten bütün münevverlerin kalbileri sızlamış ve hatta ağlamış, dişleri gıcırdamıştır. Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır. Delilsiz, isbatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. Muzır eserler olduğunun isbatını isteriz.”

Beüzzaman’a selam bile vermek suçtur! “Onun talebesi misin?” sorusuna şu cevabı verir:

“Bedîüzzaman Said Nursî gibi bir dâhînin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa iftiharla “Evet, Risale-i Nur şakirdiyim.” derim.”

Gündüzalp, Bediüzzaman’a yöneltilen suçlamardan daha önce beraat kararları verildiğini belirtir savunmasında. Savcının, “Said Nursî eserleriyle üniversite gençlerini zehirlemiştir.” Sözlerine “Biz de buna mukabil deriz ki: “Eğer Risale-i Nur bir zehir ise bizim bu zehirlere tonlarla, binlerce kilo ihtiyacımız vardır. Eğer çoklukla olduğu yeri biliyorsa bize tayyarelerle sevk etsin.” diye cevap verir.

Zübeyir Gündüzalp, Dava Adamına Mektubunda ise adeta bugünün fotoğrafını çekmiştir: “Firavun kucağında büyüyen çocuk Musaları safına alacaksın. Aldığın için dövecekler, konuştuğun için zindana atacaklar… Sevineceksin… Çöllere sürülsen kanınla ağaç yetiştireceksin. Kutuplara sürülsen ısınla sebze yetiştireceksin. Yeşilliği sevmeyen olacak yakacaklar, yıkacaklar. Sen bunu sabırla seyredeceksin. Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık, paslı vicdanları görürsen ümit , imkansız kalplere rastlarsan nur vereceksin. Sen verdiğin için şuç , sen getirdiği için ceza, sen konuştuğun için mahkum olacaksın. Ve buna şükredeceksin.
Anadan , yardan, serden ayrılacaksın. Candan gönül Kuran’a sarılacaksın. Damla iken deniz , nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kağıt , kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arıyanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin. Makamlar servetler, verilse de nefsini unutmayacaksın. Yalan , iftira , çamur fırtına tutulursan hissiyatını terk edeceksin… Önüne demirlerden sert koyarlarsa dişinle deleceksin. Dağları toptan oymak gerekirse iğne ile oyacaksın. ”

Şu sözler de Gündüzalp’in:

Biz iman ve İslâmiyet hizmeti uğrunda zalimlerin zulmüne maruz kaldığımız vakit, hapishane köşelerinde veya darağaçlarında ölmeyi, istirahat döşeğindeki ölüme tercih ederiz. Görünüşü hürriyet, hakikati istibdad-ı mutlak olan bir esaret içinde yaşamaktansa hizmet-i Kur’aniyemizden dolayı zulmen atıldığımız hapishanede şehit olmayı büyük bir lütf-u İlahî biliriz.”

Zulüm, zalim…

Yeni linç mevsimi!

Ali Emir Pakkan 16 Ağustos 2017

Sırayla zulüm gördük…Hapishanelere doldurulduk, hücrelerde çürütüldük! Asıldık, kesildik, sürgüne gönderildik! Köylerimiz yakıldı!

Dersim’de başımıza bombalar yağdırıldı! Mağaralarda gaz verildi! Yaşlı, çocuk ve kadındır, demeden katl edildik! Bebekler, ailelerden koparıldı! Anasız babasız büyütüldü çocuklar…

Van Özalp’ta 33 köylüydük, kurşuna dizildik! Nehirler bazen günlerce kırmızı aktı!

Varlık vergisi adı altında ağır vergiler getirildi, borçlarını ödeyemeyenlerin mallarına el kondu! Bazılarımız sürgünde, maden ocaklarında öldü!

6 -7 Eylül, mükemmel bir psikolojik harekat idi! Kamyonlarla insan Beyoğlu’na taşındı! Ellerine baltalar verildi…İşyerleri yağmalandı!

Mahkemelerin astığı insan sayısı belli değildi! Şapka giymiyor diye bir şehir ( Rize) bombalandı!

27 Mayıs’ta başbakan idam edildi. Cesedi bir kuyuya atıldı. 12 Eylül öncesi sağdan ve soldan 5 bin gencimiz öldürüldü! Binlercesi işkenceden geçirildi… Sivas’ta, K.Maraş’ta Aleviler, Sünnilere düşürüldü! Evler işaretlendi! Ve yakıldı!

Güneydoğu’da 17 500 faili meçhul cinayet işlendi! Özal, Kahveci, Bitlis, Mumcu, Üçok, Kışlalı… Ve daha ne değerler suikastlere kurban edildi! Madımak oteli içindeki insanlarla birlikte ateşe verilişi… Başbağlar’da köylüler kurşuna dizildi…

Acıların üzeri hep örtüldü!
Gözyaşları hep gizlendi!
Hukuk dışına çıkanlar yargılanmadığı gibi ödüllendirildi! Diyarbakır’da, İstanbul’da, Ankara’da bombalar patladı! Kitlesel ölümler gerçekleşti!

Yine bir linç mevsimindeyiz işte!
Hastaları, hamile kadınları ve bebekleri bile götürüyorlar…hayırseverlere ters kelepçe takıyorlar!
Tarihin kaydettiği bütün zulümleri bir barış hareketini yok edebilmek için kullanıyorlar!
Kin ve nefret solukluyorlar…
Kılıçlarını biliyorlar…
Yeni yeni tuzaklar hazırlıyorlar…
Kana doymuyorlar…

aliemirpakkan@gmail.com
Twitter@AliEmirPakkan

Derin AKP’ye yüklenen misyon!

Ali Emir Pakkan

Adıyaman Menzil şeyhi Muhammed Raşit Erol, zulme maruz kalmış bir alimdi…

12 Eylül, (1980) bugünkü bir baskı dönemiydi. Askeri müdahaleden sonra sıkıyönetim ilan edilmişti. Hapishaneler dolup taşıyordu. Adıyaman Menzil’e de sık sık baskınlar düzenleniyordu. Nihayet burada ikamet eden Muhammed Raşit Erol, 1983 yılında Çanakkale’nin Gökçeada ilçesine sürgüne gönderildi. Çeşitli sağlık sorunları bulunan Erol Efendi’nin tedavisi engelleniyordu. Başbakan Turgut Özal, devreye girdi. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’e bir görüşmesinde Erol Efendi konusunu açtı. “Hasta, Ankara’ya sevk edilmesine izin verin.” dedi. Hatıralarında bu görüşmeyi anlattıktan sonra Evren, kendi kendine; “Özal’ın parti kurmasına müsaade etmekle acaba hata mı ettim?” diye soruyordu.

Erol Hocaefendi, adada 18 ay sürgünde kaldı, ilk üç ay kimse ile görüşmesine izin verilmedi. Bir meyhanenin üst katında tecrit edilmişti. Menzil Şeyhi Erol, Özal’ın girişimleri ile sürgünden kurtuldu. 1985’te Ankara’ya nakledildi. 16 ay gözetimde tutuldu. Daha sonra Menzil’e dönebildi.

16 Mart 1991, Ramazan bayramında Menzil’de bayramlaşma vardı. Ülkenin dört bir yanından gelenler, şeyh Muhammet Erol’un elini öpme sırasındaydı. 17 yaşındaki Murat Erol, yanına yaklaştığında cebinde sakladığı zehirli iğneyi şeyhin eline sapladı. Yanındakiler müdahale ettiğinde artık çok geçti. Hastaneye kaldırılan Hocaefendi, tedavi altına alındı ancak bir daha kendini toparlayamadı. 2 yıl sonra, 1993 yılında 63 yaşında vefat etti. Saldırgandan şikayetçi olmamıştı. Suikast aydınlatılamadı. “Babadağlı gencin iğnesi Menzil’i bölmeye yetti” başlığı ile hadiseyi dosya yapan Hürriyet, ( 26 Ekim 2006) suikastin amacını özetliyordu.

Dini cemaatler ve liderleri derin yapıların hep hedefidir! Kendisi derinleşen AKP, bu misyonu Gülen cemaatini yok edebilmek için sürdürüyor…

Ali Emir Pakkan
aliemirpakkan@gmail.com
Twitter@AliEmirPakkan