Son kurban

Son kurban: Hizmet hareketi

Ali Emir Pakkan

Hizmet hareketine yöneltilen eleştiriler ve muhatapların açıklamaları üzerine çok şeyler yazılabilir. Ben bunlara girmeyeceğim. Çalıştığım konulardan hareketle gözden kaçırılmaması gereken bir noktayı nazara vermek isterim.

Hizmet hareketi bugün bir soykırım ile karşı karşıya. Stalin Rusyası, Franco İspanyası, Hitler Almanyasında ne yaşandı ise bugün benzerleri Türkiye’de bir gruba karşı uygulanıyor.

Yakın tarihimizde de örnekleri bulunuyor.

1925, Takriri Sukün kanunu çıkarıldı. İstklal Mahkemeleri kuruldu. Yurdun dört bir yanında masum insanlar idam edildi. Sürgünler ve tehcirler bir birini izledi. Kürt şehirlerinde nehirler günlerce kırmızı aktı…

1931, Menemen bir tertipti. Kubilay’ı şehit eden esrarkeşler idam edildi. Ama onlarla ve katliamla hiç ilgisi bulunmayan Şeyler, Alimler tek tek evlerinden toplandı. Nakşileri bitirmekti amaç. Babayı zehirledi oğlunu da astılar.

1938, Dersim’de mağaralara sığınan kadın, yaşlı ve çocukların üzerine gaz bombaları atıldı. Kız evlatlar ailelerinden ayrıldı.

1952, DP iktidardı ama uygulamalar tanıdıktı. Malatya hadısesi (Vatan Gazetesi başyazarı Mehmet Emin Yalman vurulmuştu) bahane edilerek gazeteler kapatıldı. Necip Fazıl Kısakürek ve Osman Yüksel Serdengeçti gözaltına alındı. Bediüzzaman Said Nursi dosyaya eklendi. Milliyetçi dernekler kapatıldı.

1955, 6-7 Eylül olaylarında “düşman” Rum vatandaşlardı. İstanbul’da dükkanları yağmalandı. Kamyonlarla insan Beyoğlu’na taşındı. Ellerine sopalar verildi. Dükkanlar ve evler önceden işaretlenmişti! Sabri Yirmibeşoğlu yıllar sonra, “6-7 Eylül muhteşem bir örgütlenmeydi” diyecekti.

1960, 27 Mayıs; Bu sefer hedef Demokratlardı. İktidardan indirildiler. İl, ilçe ve hatta Bucak başkanlarına kadar herkesi tutukladılar. Yassıada mahkemeleri tarihe kara leke olarak geçti. Yargılama göstermelikti. Başbakan’ın idam ipi masrafını bile ailesinden istediler.

1971, 12 Mart’ta balyoz hem sola hem sağa hem de dindarlara indi. Deniz Gezmş ve arkadaşları sıkıyönetim mahkemesinde yargılandı. Gezmiş idam edilirken 25 yaşındaydı. Hüküm önceden verilmişti.

1980, 12 Eylül… Ordu, emir komuta zinciri içinde yönetime el koydu. 2 yıl önce darbe yapacaklardı ancak şartların olgunlaşmasını beklediler. Sokak çatışmalarında kan oluk oluk akıtıldı. Sabah sağcıyı vuran silah akşam solcuya yöneliyordu! Muhsin Yazıcıoğlu 7.5 yıl cezaevinde yattı. Binlerce genç işkenceden geçirildi… Erdal Eren yaşı büyütülerek idam edildi.

90’lı yıllar faili meçhul cinayetlerle geçti.
Turgut Özal şüpheli şekilde hayatını kaybetti.

1997, 28 Şubat’ta… Refahyol hükümeti istifaya zorlandı. MGK kararları ile binlerce hayat karartıldı. Dernekler, vakıflar, Kuran kursları kapatıldı. Özel okullar yurtlar baskına uğradı. Başörtüsü yasağı ile öğrencilerin eğitim hakları ellerinden alındı.

2016, Hedef, hizmet hareketiydi. İktidarda “İslamcı” bir parti vardı. Yolsuzlukları birikmişti. Ergenekon ile anlaştı.. Davalar karşılıklı kapatıldı. 15 Temmuz darbe tiyatrosunu sahneye kondu. Fişlemeler önceden yapılmıştı. Bir gecede binlerce hakim, savcı ve subay mesleklerinden ihraç edilip tutuklandı. Gazeteler kapatıldı. İşadamlarının mal varlıklarına el kondu.

Hizmet hakeketi son soykırım kurbanıdır.

Adına ne derseniz deyin, “derin yapı” bütün gücü ve tarihten gelen tecrübesini de kullanarak ” hizmeti ” yok etmek istemektedir.

Bu tarihi dönemeçte…

Öncelikle bu zulmü durdurmaya çalışmak, mazlumların yardımına koşmak ve onların dünyada sesi olmak gerekmez mi?

Basın özgürlüğü

Basın özgürlüğünü yok etmede ilk adım

Ali Emir Pakkan

Ankara’da çalışırken birgün evime sarı bir zarf geldi. TBMM  antetli idi. Bir davet diye düşündüm ve açtım. Meclis kartımın iptal edildiği yazıyordu. Gerekçe yoktu. 25 yılı aşkındır gazetecik yapıyordum. Sürekli basın kartı sahibiydim. Gazeteciler cemiyetine üyeydim.

Aynı zarfın Zaman, Samanyolu ve Bugün gibi yayın organlarında çalışan bazı arkadaşlara da geldiğini öğrendim.

Mektubu çöpe attım. 

Parlemento kimsenin babasının malı değildi. 

Basın kartı 25 yılın sonunda kazanılmış bir haktı. 

Türkiye, kuvvetler ayrımının olduğu bir hukuk devletiydi.

Anayasa ile basın özgürlüğü güvence altına alınmıştı.

İktidarın bu keyfi adımı basın özgürlüğüne açık bir darbeydi.

Konuyu gündeme getirdiğimizde  ne muhalefet ne diğer gazeteler ve  ne de basın meslek kuruluşlarından (kayda değer) bir destek göremedik. 

Çoğu iktidarın bu anayasaya aykırı adımını “Zaman ile AKP mücadelesi” zannetti ve yesinler birbirlerini, dediler! ( Zamanla iktidar canavarı onları da yedi) 

İktidarın basın özgürlüğünü yok eden ilk adımlarından biriydi basın kartı iptalleri.

Sonra sıra diğer adımlara geldi. 

Medya organlarını kapattı, gazetecileri hapse attılar. 

Bunu niye anlattım? 

Geçtiğimiz günlerde benzer bir gelişme Amerika’da yaşandı. CNN muhabiri Jim Acosta’nın Beyaz Saray kartı iptal edildi. 

CNN, konuyı yargıya götürdü. 

Amerika’daki en önemli gündemlerden biri bu olay üzerine basın özgürlüğünün önemi oldu. Bütün haber mecraları basın özgürlüğünü savundu.  Başkan’a yakın FOX da CNN’e destek verdi. Haber dergileri konuyu kapaklarına taşıdı. Basın özgürlüğü olmayan ülkeler sıralandı. Türkiye’ye atıflar yapıldı.

Yüksek yargı hafta başında kararını verdi. Muhabirin kartı iade edildi. Mahkeme gerekçesinde; ” Jim Acosta’nın anayasal haklarının, Beyaz Saray’ın muntazam bir basın toplantısı düzenleme hakkından üstün olduğunu” belirtti. 

Beyaz Saray, gelişme üzerine Acosta’nın kartını iade etti. 

Demokrasiler testten geçiyor. 

Türkiye kaybetti. 

Bakalım Amerika, özgürlükler ülkesi olmayı sürdürebilecek mi?