Özal’ın ölümünde hâlen cevaplanmamış sorular

Geç kalmış bir yazı sayılabilir. Şundan: Turgut Özal, vefat yıldönümünde (17 Nisan) rahmetle anıldı. Yazılanlara baktım. Acaba ölümü ile ilgili yeni bir iddia var mı? Birkaç istihbarat yalanı gözüme çarptı. Meydan boş, ilgisiz insanları suçluyorlar. Onlardan biri GATA’daki nöbetçi subay. Adama neden otopsi yapmadın diye soruyorlar! Çok doğru bir soru ama muhatap yanlış! Nedenini devletin resmi belgeleri ve raporlarından açıklayayım.

Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 nisan 1993’te aniden hayata veda etti. Özal’ın ölümü şüpheliydi. Yıllar sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Ekim 2010 tarihinde bu şüpheleri araştırması için Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirdi. 13 Haziran 2012’de DDK raporunu bitirdi ve kamuoyuna bir kısmını açıkladı. Birçok gerçeği bu resmi rapordan öğrendik. Ne gibi?

Özal’ın ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi işlemi yapılmamıştı. Alınan kan örneklerinin akıbeti belirsizdi.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

DDK’nın üzerinde durduğu başka konular da vardı. Özal’ı hastaneye taşıyan araç bir ambulans değil, hasta taşıma aracıydı. Hiçbir tıbbi teçhizat yoktu. Özal, GATA’ya doğru yola çıkmış ancak Hacettepe’ye götürülmüştü! Durumu acil olan bir kalp hastası acilen en yakın hastaneye götürülecekse, yol üzerinde Numune, Yüksek İhtisas ve Ankara Tıp Fakültesi vardı. Özellikle kalp cerrahisinde en gelişmiş hastane Yüksek İhtisas’tı. Neden Hacettepe seçilmişti?

Ölüm belgelerinin tamamında bir doktorun imzası var. “Doku örneği alalım” diyen doktorlara rağmen imzası olan doktor neden doku örneği aldırmamıştı?

Özal’ın doktoru Cengiz Aslan, “Otopsiyi aile istemedi,” diyor. Aile ise bunu reddediyor. Kanunlara göre, şüpheli ani bir ölüm varsa, aile iznine de gerek yok. Otopsi şüphesi olan durumlarda, doktor savcılığa haber verir, savcılık ailesinin rızasını istemeden otopsi yapılmasını ister. Neden bu yol takip edilmedi? Kan örneği alındı deniyor, sonra bu örnek kayboluyor. Nasıl kayboldu?

Özal’ın öldürüldüğüne ilişkin İkinci önemli şüphe, 19 yıl sonra Özal’ın mezarının açılması ve yapılan otopside, dokularda zehir bulunmasıdır.

5 Aralık 2012 tarihli Adli Tıp Kurumu, otopsi raporuna göre; naaşta 4 farklı zehir tespit edilmişti. Raporda, “Kemikte Polonyum 210′un bulunması normal değildir” deniyordu. Bu zehir, suikast zehiri olarak biliniyor. (Yaser Arafat’ın otopsisinde de bu zehir bulunmuştu.) 

Ancak bazı üyeler, “zehir var ama zehirlenme yok” görüşündeydi. Raporda, “DDT, yıllar içinde çeşitli sebze ve meyvelerden tarım ilaçları aracılığıyla alınarak vücutta yağ tabakasında biriken bir maddedir. Polonyum 210 adlı radyoaktif madde ise çevresel etkenler vesilesiyle vücuda girmiştir” görüşünü dile getirildi.

Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilen Özal dosyası, 26 Kasım 2014’te kapatıldı.

Gerçekler ne kadar çarpılırsa çarpıtılsın, devletin resmi raporları, Özal’ın ölümünden kimlerin sorumlu olduğunu kayıt altına alıyor.Yazıyı şu anekdotla bitirelim. Devlet Denetleme Kurulu üyeleri Özal’ın naaşı açılsın mı diye aralarında tartıştılar. “Açılsın ve otopsi yapılsın” diyen bir üye, bu görüşünü şöyle savunmuştu: “Mezar açılmalı. Gerekirse zehirlenerek öldürüldüğü iddia edilen Fatih Sultan Mehmet’in bile mezarı açılmalıdır. Bu ülkeye hizmet eden devlet adamlarını öldürenlerin yıllar geçse de yakasına yapışılacağını, hesap sorulabileceğini göstermeliyiz.”

Ne yazık ki bu fırsat kaçırıldı. Özal’ı rahmetle ve özlemle anıyoruz.

24 Nisan 2021, NY

24 Ocak’ta (1993) evinin önünde öldürülen gazeteci yazar Uğur Mumcu, ölüm yıldönümünde anıldı. 28 yıl geçmiş. Failleri hala bulunamayan bir cinayet. Cumhuriyet’e baktım, Mumcu hakkında her şey yazılmış, eksik kalan; “Mumcu’yu kim öldürdü?  Dosya neden rafa kalktı? Soruşturmadaki eksikler ve ihmaller nelerdi? Neden bunların üzerine gidilemedi?” soruları ve cevaplarıydı.

Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili (2012) eşinin yazdığı kitapta yeni bilgiler ve ciddi iddialar vardı. Güldal Mumcu, cinayet ve sonrası gelişmeleri bir film şeridi gibi gözler önüne seriyordu. Evinin önündeki menfur suikastin en önemli görgü tanığıydı. 
Güldal Mumcu, Mehmet Ağar, Mahmut Yıldırım, Ülkü Coşkun, Köksal Sönmez, Bülent Ecevit, Ceyhan Mumcu ile görüşmelerine yer veriyordu. Baki Tuğ’un eşine, “Öcalan’ın MİT görevlisi olma ihtimali yüksek. Arşivime bakayım, belgeyi bulursam çarşamba günü gelin vereyim.” dediğini açıklıyordu. Eğer Mumcu iki gün daha yaşasa bu buluşma gerçekleşecekti. 
Baki Tuğ, Aksiyon dergisine verdiği röportajda randevuyu doğrulamıştı. Tuğ, “Mumcu’nun, PKK’nın üzerine güçlü bir şekilde gittiği için öldürüldüğü kanaatini taşıyorum. PKK’nın ilişkilerini deşifre ediyordu.” demişti.  Öcalan MİT ilişkisi ile ilgili soruya ise; “Efendim devletin hakkıdır, hakkı. Hepsi olur. Devletin asli görevi de budur. MİT’in görevidir. Şu anda MİT Öcalan’la görüşüyor. Bu yanlış bir olay mıdır? Ama benim olayımda ben bu ilişkiyi tespit edemedim.” cevabını vermişti. ( 9 Ocak 2013, Aksiyon Dergisi)
Uğur Mumcu suikastini aydınlatmak için (1997) kurulan Meclis Araştırma Komisyonu da çarpıcı bir rapor hazırlanmıştı; “Mumcu, tehditler almasına rağmen korunmamıştı. Cinayet soruşturması baştan savma yapılmıştı. Deliller toplanmamış dahası örtbas edilmişti. Güldal Mumcu’nun ifadesi bile cinayetten 20 gün sonra alınmıştı. Soruşturmanın gizliliği ihlal edilmişti.”
Uğur Mumcu, fikri takibi en iyi yapan gazetecilerden biriydi. Onu sevenler veya sevdiğini iddia edenler eğer fikri takip yapabilseydi şu iddiaların arkası bırakılmazdı.
Ankara DGM Savcısı Ülkü Coşkun, Güldal Mumcu’ya; ‘Üstüme gelmeyin devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer. Bana yazılı bir emir gelmesi lazım’ demişti. Bu sözlerin üzerine neden gidilmedi? Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın Mumcu’nun evinde ne işi vardı?  “İslami Hareket Örgütü” öne çıkarılarak asıl faillerin üzeri mi örtülmeye çalışılmıştı? Suikastta kullanılan C4 patlayıcılarının menşei neden araştırılmadı? Tutanaklardaki tahribat kimin işiydi? Olayın Savcılarından Kemal Ayhan’ın ani ölümü şüpheliydi. Neden otopsi yapılmadı? 
1993 yılında bazı siyasi cinayetler işlenmişti. Sıralayalım; 28 Ocak 1993; İş adamı Jak Kamhi’ye suikast düzenlendi.  5 Şubat 1993; ANAP Milletvekili Adnan Kahveci trafik kazasında hayatını kaybetti. 17 Şubat 1993; Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis uçak kazasında öldü. 17 Nisan 1993; Cumhurbaşkanı Turgut Özal aniden şüpheli bir şekilde hayatını kaybetti. 24 Mayıs 1993; Bingöl-Elazığ karayolunda sivil 33 asker şehit edildi. 2 Temmuz 1993; Sivas’ta Madımak Oteli ateşe verildi. 37 kişi hayatını kaybetti. 5 Temmuz 1993; Başbağlar köyünü basan PKK 33 köylüyü öldürdü. 4 Eylül 1993; DEP Milletvekili Mehmet Sincar Batman’da öldürüldü. 22 Ekim 1993; Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü. 4 Kasım 1993; Binbaşı Cem Ersever Ankara’da öldürüldü. Acaba bu cinayet zincirinde Mumcu bir halka mıydı? 
Güldal Mumcu’nun kitabındaki en önemli bölümlerden biri Mehmet Ağar ile yaptığı görüşmeydi. Ağar, Mumcu’ya;  “Öyle bir iş ki, bir duvar gibi… Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” diyor. Güldal Mumcu sonrasını şöyle anlatıyor; “Çekin o zaman” dedim. “Çekemem” dedi. “Çekin, kenara çekilin” dedim. “Yapamam” dedi. “O zaman, çekerler, altında kalırsınız” dediğimde de yüzünde; “Bu imkânsız bir şey. Bunu yapmaya kimsenin gücü yetmez” der gibi bir ifade belirdi.” (Not: Bu konuşmayı Ağar inkar etti ama Mumcu, avukat Mehmet Emin Değer’i tanık gösterdi.)
Evet duvardan tuğla çekilmediği gibi, o duvar üzerine bugünkü iktidar inşa edildi. Bütün suikastlerin üzeri örtüldü. Daha büyük cinayetler işlendi ve işlenmeye devam ediyor.

27 Ocak 2021. NY

104 amiralin geceyarısı bildirisi, bir darbe girişimi mi? Savcılar jet hızı ile harekete geçti. Bildiride imzası olan 10 emekli amiral gözaltına alındı. Soruşturma sürüyor.

İktidar, emekli generaller bildirisine ‘darbe girişimi’ diye bakıyor. Türkiye’nin yakın tarihini bilenler bu ihtimali yabana atamaz. Ancak hiçbir darbe, geceyarısı emekli askerlerin bildiri yayınlaması ile yapılmadı. Darbecilerin elinde silahlar vardı. Muvazzaftılar. 27 Mayıs cunta işi idi. 12 Eylül ve 28 Şubat emir komuta zinciri içinde geldi. 12 Mart’ta genelkurmay duruma hakim oldu. 
Adnan Menderes, 27 Mayıs sabahı albay Alparslan Türkeş’in bildirisi ile uyandı. 12 Mart’ı Süleyman Demirel’e, gazeteci Cüneyt Arcayürek haber verdi. 
12 Eylül’e 2 yıl önceden karar verilmişti. Kenan Evren, darbe ortamını olgunlaştırıyordu Genelkurmay Başkanı koltuğunda! 28 Şubat’ta, Batı Çalışma Grubu’ndan kimsenin haberi yoktu. Gölcük donanma komutanlığında hazırlandı planlar.
Eğer bildiri “darbe girişimi” değilse ne anlama geliyor? 
İktidar, bazı amiralleri kullanarak kontrollü bildiri mi yayınlattı. 15 Temmuz gibi sonuçları önceden planlanmış bir “tiyatro darbe” ile mi karşı karşıyayız? İktidarın bildiriyi kullanarak faşizmi derinleştirecek adımlar atması bu ihtimali güçlü hale getirecektir. CHP ile bildiriciler arasında ilk günden ilişki kurulması bu işin siyasi sonuçlarının olacağına işaret ediyor. 
Diğer ihtimal de şu; Ergenekon, emekli amiralleri kullanarak hükümeti mi uyardı? Ergenekon Erdoğan koalisyonu bozuldu. Beklenen kavga başladı mı? Bu da zayıf olasılık. 

6 Nisan 2021, NY

Ergenekon, kendi ayağına neden kurşun sıksın? Bildirinin Erdoğan’ın işine yarayacağını öngörebilir. 2002’den sonraki Ayışığı, Sarıkız, Balyoz darbe planlarını, ıslak imzalı AKP ve Gülen’i bitirme planını hatırlarsak, Ergenekon hamlesi Erdoğan’a hiç beklemediği bir zaman ve yerde gelecektir. Ama bildiri ile değil…

27 Mayısçılara göre; darbenin sebebi kardeş kavgasıydı! Laiklik elden gidiyor, ülke yabancılara satılıyordu! Kötü gidişe dur demek için Ordu, millet el ele yönetime el koymuştu!

27 Mayıs’ın haklılığı algısının güçlenmesi gerekiyordu. Darbenin tartışılmasını yasakladılar. Milletvekili andına, “27 Mayıs’a sadakat edeceğim” cümlesi eklendi! 27 Mayıs, hürriyet ve anayasa bayramı ilan edildi. Kendilerini yasa ile güvenceye aldılar. Aynı anda, büyük bir psikolojik harekat başlattılar.
27 Mayıs’a bir kutsiyet kazandırabilmek için olaylarda yüzlerce gencin öldürüldüğü yalanını uydurdular, onları ‘hürriyet şehidi” ilan ettiler. Ölenler için bağış kampanyaları yapıldı. İstanbul üniversitesi bahçesine hürriyet anıtı diktiler. 9 Haziran’da İstanbul’da büyük bir miting düzenlendi. Hürriyet şehidi ilan edilen gençlerin cenazeleri Ankara’ya uğurlandı. Cenazeler büyük bir törenle Anıtkabir’e gömüldü. Org Cemal Gürsel mezarları ziyaret etti. (12 Haziran, Cumhuriyet) Yurt geneli mitingler bayram havasında düzenleniyordu. 
27 Mayısçılar ‘kurtarıcı’ ve ‘kahraman’ ilan edildi. İkinci cumhuriyet kurulmuştu. Gazeteler, ikinci cumhuriyetin ihtilal meclisi azaları başlığı altında Milli Birlik Komitesi üyelerini boy boy tanıtıyordu. 
Halkın sempatisini kazanabilmek için bazı ürünler ucuzlatıldı. Maaşlara zam yapılacağı müjdelendi. İnkılabı korumak için işlenen suçlar için af çıkarıldı! Ekonominin toparlanabilmesi için TSK mensuplarının öncülüğünde alyans kampanyası başlatıldı ve daha sonra bu yardımlarla subay evlerinin yaptırıldığı ortaya çıktı!
DP’lilerin de, itibarsızlaştırılması gerekiyordu. Basın, Menderes ve arkadaşları ile ilgili her haberde, ‘sabık’, ‘düşük’, ‘kodaman’ ‘çeteci’ sıfatlarını kullandı. Başlıca suçları, vatana ihanet, baskı rejimi kurarak katliam yapmalarıydı. Haberlerin tamamı DP’lileri itibarsızlaştırma ve toplum nazarında küçük düşürmeye yönelikti. DP’lileri itibarsızlaştırabilmek için akla hayale gelmedik yalan haberler üretildi. Harp okulunun imha edilmesi planı, öğrencilerin kıyma makinalarından geçirildiği yalanı bunlardan sadece ikisiydi. Psikolojik savaş eğitimi görmüş subaylar işbaşında, basın emirlerindeydi.
Bitmedi…
Darbenin halka mal edilmesi gerekiyordu. En ücra köylere kadar gidilerek 27 Mayıs’ın meşruiyeti anlatıldı. İnkılaba ait milli marş bestelendi. Tekel idaresi piyasaya 27 Mayıs sigarası sürdü. Yassıada duruşmaları ile ilgili hatıra pulları çıkarıldı. Büyük kulüplerin katılımı ile İstanbul’da Gürsel kupası bile düzenlendi. Cumhuriyet gazetesi 27 Mayıs’ın neden ve sonuçları üzerine makale yarışması yaptı. Birinciye 3 bin lira ödül verildi.

İstanbul Üniversitesi’nin bütün fakültelerinin son sınıf öğrencilerine inkılap tarihinde 27 Mayıs harekatı sorusu soruldu. (1 Temmuz 1960, Milliyet) Milli Eğitim bakanlığı okullarda öğrencilere 27 Mayıs inkılabının en iyi şekilde anlatılması talimatını verdi.
Eğer algı operasyonları ve yalanlarla gerçeklerin üstünü örtmek mümkün olsaydı, bunu 27 Mayısçılar başarırdı. 
Ama propaganda makinası bir gün sustu. Gerçekler konuşulmaya başlandı. İtiraflar birbirini izledi. Anlaşıldı ki, cuntalar, DP iktidara geldiği yıllarda kurulmuş, darbe planları çok önceden yapılmıştı. Örneğin darbeci Adnan Çelikoğlu anılarında; “1957’den 27 Mayıs 1960’a kadar MSB emir subayı olarak siyasi kadroya çok yakın çalışan bir ihtilal komitesi üyesiydim. Hücre sistemi ile çalışıyorduk.” diyecekti.
Turgut Özal döneminde Menderes ve arkadaşlarına iade-i itibar yapıldı. Cemal Gürsel’in adı her yerden silindi. Cunta, lanetle anılır oldu. Cuntacılar dava edildi.
15 Temmuz’un beşinci yıldönümünde camilerden, sinema salonlarına algı operasyonları sürüyor. Bazı gerçekler konuşulmasın, şüpheler dile getirilmesin isteniyor. 
Ama nereye kadar? 
Sedat Peker, 15 Temmuz öncesi ve sonrasında da sivillere kayıt dışı silahlar dağıtıldığını ifşa etti. Bir gün o silahları kimlerin kullandığı ve hangi masumların öldürüldüğü de ortaya çıkmayacak mı?

17 Temmuz 2021, NY